Z A Z İ
Raziye Kubat
MASA // FACEBOOK VESİKASI// 13 mayıs - 15 Haziran 2011
Yaklaşık beş altı yıl önce hayatımıza giren sosyal iletişim arenası facebook, sanal düzlemde varolmanın başka bir yolu oldu.
İlk kullanılmaya başlandığında asosyal yaşantıya bir çare olur diye üye olmuştum. Hızla arkadaş listem çoğalırken, hayatta merak etmediğim insanlar da hayatıma dahil olup tüm geçmişleri ve ilişkileriyle ilgili fotoğraflar, diyaloglar bohça açılırcasına ortaya dökülüp, sanki her şeyi ortaya attıklarında kurtulacaklarını zanneden sayfalar ve haberlerden gına gelmişti. Bir de çok az dostum olduğunu düşünürken arkadaş listem nasıl da çoğalıyordu. Üç ay ancak dayanabilmiştim ve hesabı kapattım ve nefes aldım.
Aradan geçen üç yıl boyunca arkadaşlarım facebook’un artık çok değiştiğini ve seçeneklerin çoğaldığını gizlilik vs ilkelerinin arttığını, video paylaşım sitesine döndüğünü söyleyip tekrar üye olmam da ısrar ettiler. Dönüşüm muhteşem oldu, listeyi sınırlı tuttum ve gerçekten akıllıca kullanılırsa ve oradaki ilişkiler ağına takınılmazsa ideal sanal kahvehane olduğunu farkettim.
Kendi ideal facebook profil fotoğrafımı bulmaya çalışırken, profil resimlerine dikkatli bakmaya başladım. Ruh haline göre günce gibi değiştirenler, en havalısını koyanlar vs vs.. Dikkatimi çeken, mutsuzken gülen foto koyma tavrı... Ben de dahil bunu yapmışım, hayata karşı bir meydan okumamıdır nedir anlamadım. Kısacası listemdeki arkadaşların bol bol gülen ve hatta kahkaha atan fotoğraflarının mevcut olduğunu gördüm. Bilgisayarın fotoğraf makinesinde en ideal facebook vesikamı çekmeye çalıştım. Ciddi, meşgul, hüzünlü, meraklı, bön bakan, resmi, şuh, çocuksu, tüm ifadeleri denedim ama bir türlü ideal beni temsil edecek fotoğrafı bulamadım ve yorulduğum da cabası... Snopy’yi, güvercinleri, martıyı, kargayı, dolunay vs leride denedim ama olmadı, Gelincik çiçeği de olmadı... Ben de vazgeçtim ideali arama sevdasından ☺
Vesikalık fotoğraf çektirdiğimizde resmi kurumlar ve tüm insanlar ne gariptir ki “bu sensin ve seni temsil ediyor” vurgusunda hem fikirler. Devlet, çektirdiğim vesikalığa “temsili fotoğrafın” muamelesi yaparken aklıma vesikalık fotoğraf kağıdı büyüklüğünde kağıtlar kesip listeden arkadaşlara farklı bir temsili fotoğraf üretme fikri geldi... Fırça, pilot kalem ve ecolyn boya işimi görür diye düşündüm... Ve profil resimleri sayfalarını gezmeye başladım. Başlarda eğlenceli ve keyif vericiydi ama süreçte her resmini çizğim arkadaşın dünyasını da bir şekilde hissedip düşünmeye başladığımı farkettim ve esas yorucu olan da buydu. Altmış iki sayısına geldiğimde final yaptım.
Fotoğraflarını yorumladığım ve yorumlamadıklarım özel mana çıkarmasınlar isterim. Umarım bir gün listemi tamamlarım.
Raziye Kubat /// MASA
Facebook, which entered our lives about six years ago as a social networking arena, became another way of existing in the cyber world.When it first came out, I joined it, thinking that it could become a solution to the asocial way of living. I was overwhelmed with my friendlist starting to fill up as people who didn't concern me were becoming a part of my life, photos and dialogues of their past and their relationships were revealing everything like spilling the insides of a bag as if they will be relieved by sharing all of it. And just as I was thinking how very few friends I had, my friend list was getting longer. I survived three months on facebook until I closed my account and took a deep breath.
In the following three years, my friends kept telling me how facebook has changed, privacy and security has been increased and how it became a video-sharing site and therefore I should open my account again. I had a great comeback; I limited my friendlist and realized that if it is used sensibly without getting stuck in the growing network, it is an incredible virtual coffehouse.
While I was trying to find my ideal profile photo, I started paying more attention to other’s profile photos. One swho change it daily according to their moods, ones who try and put the coolest photo, etc. What caught my attention is using a smily photo when one is sad… I did this as well and never understood if it was a sort of defiance against life. Overall I observed that the people on my list were using mostly photos with smiles, even laughs. So, I tried to take my ideal profile shot using the computer camera. Serious, busy, sad, curious, blank, official, seductive, childish… I tried all expressions but failed to find something ideal that would represent me and no need to mention that I was quite tired. I tried Snoopy, pigeons, seagulls, crows, the full moon, etc but none of them worked. The poppy flower didn’t work either. Therefore, I stopped looking for the ideal.
When we take a passport photo, interesting enough, all government offices and everyone agree that “This is you and it represents you.” While the government was treating my passport photo as my “respresentational photo” I thought of creating “representational photos” for everyone on my friend list by using papers that are the exact size of a passport photo. Brushes, fine point pens and ecolyn paint were suitable for the job… Thus, I started surifng profiles. At first it was fun and enjoyable however, over some time I realized that I was thinking about and feeling the worlds of those friends I was drawing and that infact was tiring. When I hit sixty two, I stopped.
I would not intend for those, whose photos I have and have not worked with, to search for a special subtext. I hope to complete my list one day.
Translation: Elif Eriş
Fottom,Fındıklı Meclis-i Mebusan Cd. No: 55/A Salıpazarı / Beyoğlu 0212 249 49 52 | |
Piraeus Bank Grup’un Kültür Vakfı (www.piop.gr), her yıl düzenlenen "Avrupa Kültür Başkenti" festivaline, İstanbul’da Sanat Limanı’nda (Antrepo 5), 30 Temmuz ve 19 Eylül 2010 arasında yer alacak iki sergi ile katılıyor."Yunanistan’da mimari paralellikler: 19. yüzyıl geleneğinden 21. yüzyıl değişikliğine" ve ‘’Aramızdaki Mekan’’
‘’Aramızdaki Mekan’’ adlı güncel sanat sergisi, bu mekâna özel bir enstalasyon olarak, nesneler, çizimler ve resimler ile bir Yunan ve iki Türk sanatçıları arasında diyalog açan bir etkinlik oluşturur.
Eleni Kotsoni’nin eseri, genellikle mekân kavramını fikir ikameti olarak ve geçiş kavramını bir güzergâh ve kayıtlama olarak belirtir. Yarattığı mekâna özel enstalasyonlarda, çizimler, resimler, fotoğraflar, dokunmuş kumaşlar, tahta parçaları, gündelik hayatın basit materyalleri ve eski eserlerinden geriye kalan parçaları dâhil eder; böylece bir çeşit "takvim mekânı" yaratır. Çizimlerinde örnek uygarlık motifleri kullanır; bunları devamlı bir aranjman sürecinde tahrif eder. Daha sonra, bir ön bakışla sayısız tesadüfî şekillere adapte olabilen, çeşitli unsurlardan ibaret bu koleksiyon, temelinde bir kimsenin alternatif ikamet şekilleri düşünebileceği bir mozaik oluşturur.
Raziye Kubat, ‘’A4 Ahşap Sayfalar’’ ve ‘’Türkiye Vapuru’’ çalışmalarıyla sergide yer almaktadır. ‘’A4 Ahşap Sayfalar’’ sanatçının İspanya’daki Residency programına katılımı süresince ürettiği, küçük ahşap kartlar üzerine farklı tekniklerle uyguladığı notlardır. ‘’Türkiye Vapuru’’ isimli çalışması da bu sayfalara eşlik etmektedir.
Çağrı Saray bu sergiye yeni bir enstalasyonla katılıyor. "Aramızdaki mekân" için de anlatıyor: “Geride bıraktığı hayatı ve Kayıp Oda’yla birlikte sırra kadem basan tüm geçmişi artık çok uzaklarda… Her ne kadar öfkesini tek bir kişiye odaklamış olsa da, karşısında intikam alması gereken koca bir şehir var; doğup büyüdüğü, ‘ev’ dediği yer ve bir bayrak… ADAM, kaderini yazmak üzere şehrin tepesindeki yerini almış durumda. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayan bu bekleyiş, şehri aniden saran sesle geri dönüşü olmayan bir ritüele dönüşüyor. Ses tüm evlerin duvarlarına, çatılarına, antenlerine çarpıyor. Tüm şehir bu rezonansa direnç gösteriyor. Yakında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
A Space Between
30 July – 19 September 2010
The Piraeus Bank Group Cultural Foundation (www.piop.gr) is participating in the major cultural event, the annual organization of the «European Capital of Culture», with two exhibitions that will be on show at Sanat Limanι (Antrepo 5), in Istanbul, from July 30 to September 19, 2010 (opening night on Friday, 30th July, at 7pm): «Architectural counterpoints in Greece: from 19th century tradition to 21st century mutations» and «A space between» (Eleni Kotsoni, Çağrı Saray, Raziye Kubat).
The site-specific installation «A space between» is a «special» construction of objects, drawings and paintings, elaborated through the dialogue of three artists, one Greek and two Turkish.
The work of Eleni Kotsoni usually focuses on the concept of space as an abode of ideas, as well as on the concept of passage as a situation of both a journeying and a recording. In the site-specific installations she creates, Kotsoni incorporates sketches, photographs, interwoven bits of fabric, pieces of wood, everyday base materials and remnants of previous works, reconstructing a kind of «calendar space». In her sketches, she uses different cultures' archetypal motives that she adulterates, thanks to a process of continual transcription. Then, this collection of, at a first glance, heteroclite parts, which can be assembled in innumerable fortuitous ways, composes a dappled mosaic, in whose matrix one can imagine alternative manners of dwelling.
Raziye Kubat, participates with two works; ‘’A4 Wooden Pages’’ and Turkish Boat’’. ‘’A4 Wooden Pages’’ are the small notes that were taken during Artist’s residency experience in Spain and applied on wooden postcards with various techniques. ‘’Turkish Boat’’ also comes along with these wooden pages.
Çağrı Saray participates in the exhibition with a new installation and writes on the subject of «A space between»: «The life that he left behind, and his past that vanished into thin air together with the Lost Room, are now so far, far away… The Man takes his position on the top of the city to fulfill his destiny. The waiting that started with the first light of the day suddenly transforms into an irreversible ritual with a call that suddenly surrounds the city. The calling hits all the walls, roofs and antennas of the houses. The whole city resists the resonance and prepares for a change. Soon nothing will be the same again.»
ARISTOTELIS ZACHOS
30 July – 19 September 2010
ARTIST
Aristotelis Zachos
«Architectural counterpoints in Greece: from 19th century tradition to 21st century mutations»
The exhibition brings together more than 100 photographs by renowned Greek architect, Aristotelis Zachos (1871 – 1939). The photographs, which belong to the Benaki Museum's Neohellenic Architecture Archives, were chosen because they offer a photographic testimony of an architecture, now forever lost, of great value and interest for both architects and historians, as well as for non-specialists. It is far more than a simple juxtaposition of old photographs as, alongside, depictions of earlier scenes are presented, as well as recent photographs recording the tremendous changes in the urban environment's development and the world vision of today's society.
Architect Yannis Kizis, who planned and curated the exhibition, writes: «Zachos photographs ensembles or details, recording the town, the monument, the fountain, without any artistic intention. Nevertheless, the result has a strange charm, as, almost always, the photographed subject includes people, looks, behaviours and costumes that outline the living conditions of interwar Greece's human mosaic.
The urban landscape is in a constant flux. It is changed by the human groups of each period that reconstruct it, enjoy it or disdain it. At the same time, they have difficulty in realizing the reality they themselves shape and the problems they cause (...)
The counterpoints of the exhibition's images highlight the fact that, in just over half a century since Zachos took these photographs, all the main characteristics have been irrevocably changed, both the architecture and the more general development of its environment...»
The “architectural counterpoints” were first exhibited in 2008 in Volos, the town – port of Thessaly, at the foot of Mount Pelion and the villages that were a rich source of material for Zachos' photographic lens: the mansions of Greek merchants, outstanding specimens of urban architecture in Ottoman times. An architecture that marked the character of the Balkans and Asia Minor, with the empire's capital as the centre of creation and a pole of influence.
In 2009, the exhibition travelled to Thrace, to be shown in what could almost be considered as the photographs' natural habitat, a wooden “koukoulospito” (i.e. a house designed to meet the needs of sericulture); later in the same year, it was shown in Lesvos, the island of the eastern Aegean where one still comes across hamlets with an atmosphere and people with manners of times past.
Seeing the “architectural counterpoints” again at Istanbul 2010, it is natural to compare the evolution of the urban and suburban sites of contemporary Turkey with the corresponding transformations Greece has known.
For many centuries, our countries shared a single architectural culture, with obvious common characteristics as regards the town's picture and the structure of dwellings. The tall courtyard walls, above which the wooden houses' balconies peeked out, traced a labyrinth of narrow streets and alleys. At their crossroads, churches or mosques, fountains or markets marked the nodal points of contact of pre-industrial communities.
The loss of the image of “our Oriental version” of towns, the sacrifice of the 19th century's refined urban landscapes on the altar of 20th century development, is experienced equally painfully in Turkey today. It is not only the buildings and their environment that have been lost. Customs have been lost, while other values have composed new codes of social cohesion, or even of distancing and reorientation. Young people see these old photographs as a picturesque and incomprehensible decor, at the very best with a touch of indeterminate romanticism. Indeed, it would be inconceivable for a modern Zachos to photograph enigmatic faces in Greek mountain villages, nor could Ara Güler encounter the barefoot children playing in muddy puddles among the wooden houses of Zeyrek. Their old photographs, though, might provide us with food for thought.
Born to a prosperous family from Siatista (Western Macedonia), Aristotelis Zachos studied architecture in Germany, where he lived and worked for 17 years. He interrupted his studies in order to fight, as a volunteer, in the war of 1897. He returned to Greece in 1906 to live permanently and to acquaint himself with the works of her people, travelling through the width and breadth of the country to do so and either sketching or photographing them. He sought out the Greek character in Byzantine and traditional architecture of modern times and is considered today as being one of the pioneers of the «return to roots» movement.
Yunanistan’da Mimari Paralellikler: 19. Yüzyıl Geleneğinden
21. Yüzyıl Değişikliğine
Aristotelis Zachos
30 Temmuz-19 Eylül 2010
Piraeus Bank Grup’un Kültür Vakfı (www.piop.gr), her yıl düzenlenen "Avrupa Kültür Başkenti" festivaline, İstanbul’da Sanat Limanı’nda (Antrepo 5), 30 Temmuz ve 19 Eylül 2010 arasında yer alacak iki sergi ile katılıyor (açılış Cuma 30 Temmuz, saat 19.00): "Yunanistan’da mimari paralellikler: 19. yüzyıl geleneğinden 21. yüzyıl değişikliğine" ve ‘’Aramızdaki Mekan’’
"Yunanistan’da mimari paralellikler: 19. yüzyıl geleneğinden 21. yüzyıl değişikliğine"
Sergi, tanınmış Yunan mimar Aristotelis Zahos’un (1871-1939) 100den fazla fotoğrafını içerir. Benaki Müzesinin Yeni Yunan Mimarisi Arşivine ait olan fotoğrafları gerek mimar ve tarihçiler gerekse de uzman olmayanlar için büyük önem taşıyan, ebediyen kaybolmuş bir mimarinin fotoğraflara yansıyan belgeleri olduğu için seçilmişlerdir. Sergi, basit bir eski fotoğraf sergisi değildir; çünkü bunlarla birlikte gerek günümüzdeki toplum anlayışını ve kentsel çevrenin oluşumu bakımından meydana gelen çok büyük değişiklikleri, gerekse de Zahos’tan önceki devrelerin görüntülerini kapsamaktadır.
Sergiyi düzenleyen ve koordine eden mimar Yannis Kizis, bununla ilgili şunları yazar:
"Zahos, bütün veya ayrıntılı detay olarak şehri, anıtı, çeşmeyi sanatsal bir niyeti olmadan görüntüler. Buna rağmen netice olarak tuhaf bir çekicilik belirir, çünkü hemen hemen daima tema içinde, iki dünya harbi arasındaki zaman zarfında Yunan toplumunun hayat şartlarını yansıtan simalar, bakışlar, davranışlar ve giyim-kuşam tarzı yansır.
Kentsel görünüm devamlı olarak değişkenlik gösterir. Her devrin insanları onu değiştirir, yeniden biçimlendirir, onunla iftihar eder veya onu kıymetten düşürür. Aynı anda, kendilerinin biçimlendirdiği gerçek durumu ve sebep oldukları problemleri idrak etmekte zorluk çekerler. (…)
Sergilenen resimlerin uyumluluğu, Zahos’un fotoğraflarını çekmesinden yarım yüzyıllık zaman içinde, gerek mimarinin gerekse de evrensel toplum ortamının genel formasyonunu belirleyen tüm ana unsurları geri dönmemek üzere mi değiştiğini gösterir."
"Mimari Paralellikler" ilk defa 2008 yılında, Zahos’un objektifine zengin tema veren Pilion bölgesi köylerinin altındaki, Tesalya’nın liman kenti olan Volos’ta sergilendi. Bunlar, Osmanlı devri kentsel mimarisinin en seçkin örnekleri olan, Yunan tüccarların konakları idi. Yaratıcı ve müessir merkezi imparatorluğun başkenti olan bu mimari tarzı, Balkanlaşmış Küçük Asya’nın mimari karakterini de topyekün etkiledi.
2009 yılında Trakya’da, hemen hemen tabii ortamları içinde, ahşap bir böceklikte daha sonra da halen başka devirlerin atmosferini taşıyan yerleşme birimleri ve insan ahlakının bulunduğu Doğu Ege denizindeki Lesvos (Midilli) adasında yeniden sergilendi.
"İstanbul 2010"’da "Mimari Paralellikler" sergisini yeniden görünce, tabii olarak güncel Türkiye’nin kentsel ve kent civarı bölgelerinin gelişme süreci ile Yunanistan’da meydana gelen mütekabil değişiklikleri kıyaslama isteği belirir.
Ülkelerimiz birçok yüzyıl boyunca, şehir görünümü ve ev inşa tarzı tabii olarak müşterek karakterler taşıyan ortak bir mimari kültürünün etkisi altında yaşamışlardır. Üzerlerinde ahşap evlerin çıkmalarının belirdiği yüksek avlu duvarları bir sokaklar lâbirenti meydana getirirdi. Kavşak noktalarında kilise veya camiler, çeşmeler veya pazar yerleri endüstri öncesi toplumlarının temas ettikleri noktaları belirtirdi.
Anadolu üslubundaki şehir görünümünün kaybı, 20. yüzyılın gelişme süreci içinde 19. yüzyılın ince ruhlu kentsel çevre görünümünün feda edilmesi, bugün Türkiye’de de aynı derecede acı verici biçimde yaşanmaktadır. Birçok örf ve adet kaybolmuş, başka değerler yeni toplumsal anlayışlar veya yabancılaşma ve yenileme ilkeleri empoze etmişlerdir. Gençler eski fotoğrafları göz alıcı ve anlaşılmaz bir mekân olarak, en iyi durumda ise belirsiz bir romantizm duygusu ile algılamaktadır. Zaten güncel bir Zahos’un yeniden Yunan dağ köylerinde esrarengiz çehreler görüntülemesi akıl dışı bir hareket olacaktı; nasıl ki Ara Güler bile bugün Zeyrek’teki ahşap evler arasında, çamurlu sokaklarda oynayan yalınayak çocuklar bulamaz. Ancak ikisinin de eski fotoğrafları belki bizi tekrar düşünmeye sevk eder.
Siatista’dan zengin bir tüccar ailesinin oğlu olan Aristotelis Zahos Almanya’da mimarlık eğitimi gördü, on yedi yıl orada çalışarak yaşadı, ancak diplomasını alamadı. Talihsiz 1897 Osmanlı-Yunan harbine gönüllü asker olarak katılmak için eğitimine ara verdi. Bir baştan bir başa insanların eserlerini tanımak, resimlemek ve görüntülemek ve kendi mimarisi ile zenginleştirmek için 1906 yılında yerleşmek üzere Yunanistan’a döndü. Bizans ve halk mimarisinde Yunan karakterini aradı ve günümüzde mimari tarzının "eski geleneklere" dönmesinin öncüsü sayılır.
16 Ocak – 20 Şubat 2010
Türkiye Cumhuriyetini 1923 yılında kuranlar yeni yönetiminin temelini kültür olarak açıklıyordu. Kültürün yeni yönetim içinde son derecede geniş bir anlamı vardı. Bir yandan Anadolu’daki bütün uygarlıkların o coğrafyada yaşayan herkesin malı olduğu söyleniyor bir yandan da kültürün kökenleri Orta Asya’ya kadar uzatılıyordu. Buna karşılık yeni yönetim yüzünü Batıya çevirmişti ve klasik-hümanist-kanonik Avrupa kültürü bütünüyle farklı bir kökenden gelen yeni yönetimde de esas kabul ediliyordu.
Kültür sadece bununla sınırlı kalmıyordu ama. Fiziğin de yeni bir kültüre kavuşturulması isteniyordu. Özellikle 1930’lardan başlayarak ‘kültür-fizik’ sadece okul müfredatlarının değil hayatın anının bir parçası oluyordu. ‘sağlıklı ve sağlam’ olmak yeni yönetimin bir başka ilkesiydi. Kadınlar ve erkekler, kızlar ve delikanlılar parklarda, bahçelerde ve meydanlarda yaşlılarla birlikte ‘kültür-fizik’ yapıyor, yeni rejime güç sağlamaya çalışıyordu.
Mekanlar ve binalar da bu mantığa göre düzenleniyordu. Yeni mimari ‘sağlıklı’ bir kültüre göre inşa ediliyordu. Işık, sterilizasyon, ferahlık zihinlerin olduğu kadar binaların ve alanların da özellikleri arasında görülüyordu.
Bu oluşum farklı dönüşümler içinde Türkiye’de devam etmiştir. Bugün de Türkiye kültür fizik arayışı içindedir. Bugün de Türkiye belli alanlarda katılaşmış kültürel öngörülere ve önkoşullara, koşullanmışlıklara yeni bir fizikle yaklaşma çabası içindedir. Bugün de yeni bir mimari kurma çabasındadır Türkiye.
Bakalım sanatçılarımız bu uzun ve serüven dolu tarihe nasıl bakacak, nasıl yaklaşacak? Kültürle fiziği nasıl buluşturacak?
Katılan sanatçılar;
Filiz Başaran, Selim Birsel, Bayram Candan, Sakine Çil, Şakir Gökçebağ, Aslımay Altay Göney, Güler Güngör, Kurucu Koçanoğlu, Komet, Raziye Kubat, Suzy Hug Levy, Yıldız Şermet, Mürüvvet Türkyılmaz, Y. Bahadır Yıldız
--------------------------------------------- -------------------------------------------
16 january – 20 february 2010
The founders of the Turkish Republic in 1923 explained the foundation of the new regime as culture. And within the new government culture had an extremely broad meaning. On the one hand they said it belonged to everyone who lived in Anatolia, all the civilizations that had come and gone, while on the other hand the roots of culture were being traced back to Central Asia. At the same time the new government had turned its face to the West, and the classical-humanistic-canonical European culture was being accepted in its totality as the basis for the new regime, which came from a different tradition.
But all this did not define the limits of culture. A new culture was sought for the physique as well, and starting in the 1930s physical culture became not only a fixture of school curriculums but a part of life itself, for being healthy and sound was a principle espoused by the new regime. Women and men, girls and boys, they all did physical culture in the parks, in gardens and on the squares as they sought to make the new regime stronger.
Even buildings and other spaces were designed according to this logic, as the new architecture took shape according to a ‘healthy, sound’ culture. Light, sterilization, ease – they were features of the mind, but equally of buildings and open areas.
Through varying stages of evolution, this phenomenon has continued in Turkey, which today too is marked by a quest for physical culture. Today as well, there is an effort in Turkey to bring a new physique to bear in approaching rigid cultural views, preconditions and conditioning. And Turkey today also is striving to establish a new architecture.
Let’s see how our artists will look at and approach this long, adventuresome history. How will they bring together culture and the physique?
Participating artists are;
Filiz Başaran, Selim Birsel, Bayram Candan, Sakine Çil, Şakir Gökçebağ, Aslımay Altay Göney, Güler Güngör, Kurucu Koçanoğlu, Komet, Raziye Kubat, Suzy Hug Levy, Yıldız Şermet, Mürüvvet Türkyılmaz, Y. Bahadır Yıldız
kültür - fizik
Bana masal anlatma! / Don't tell me tales!
"proust'un bahçesinden-pegamber çiçeği" "from proust's garden knapweed OR prophet's flower"
"sait faik ile yalnızca bir gün" "just one day with sait faik"
"son ağaç" " last tree"
"mavi çimenler" "blue grass"
"dua" "prayer"
"kral çıplakmış" "it turns out that king is naked"
"kartalın dönüşü" "return of the eagle"